Kapatmak için ESC tuşuna basın

Psikoloji Çağında ‘Yaşama Sanatını’ Nasıl Unuttuk?

Bir zamanlar insan, “nasıl yaşamalıyım?” diye sorardı.

Bugün artık “nasıl iyi hissedebilirim?” diye soruyoruz.

Basit bir soru farkı gibi görünüyor ama arkasında bütün bir çağın yönü gizli.

Byung-Chul Han, ”Yaşama sanatı, psikoloji terörüne muhalefet etmektedir. Günümüzde psikolojimizin tutsaklarıyız.” diyerek çok çarpıcı bir şekilde ifade ediyor bu durumu.

Bugün psikolojimiz bir terapi odasıyla sınırlanmış, yaşamlarımız ise bir “iyileşme projesine” indirgenmiş vaziyette.

İnsanın görevi artık yaşamak değil, kendini onarmak gibi. Kendi duygularımızın, düşüncelerimizin, kırılganlıklarımızın tutsaklarıyız.

‘Kendini Tanıma’ Zorbalığı

Kendini bilmek, Antik Çağ’da bir bilgelik işaretiydi.

Bugünse bir görev, bir zorunluluk haline geldi.

Sürekli analiz ediyor, ölçüyor, değerlendiriyor, “geliştiriyoruz” kendimizi.

Ruh hâlimiz bir veri haline geldi: kaygı puanı, dikkat süresi, uyku kalitesi…

Kendimizi anlamaya çalışırken, kendimizle yaşamanın ne olduğunu unuttuk.

Psikoloji, bir zamanlar insanın acısını anlamaya çalışan bir disiplindi. Şimdi ise bireyi durmaksızın optimize eden bir sanayi gibi.

“Daha iyi hisset”, “kendin ol”, “kendini geliştir” gibi sloganlar, özgürlük vaat ederken bizi yeni bir tutsaklığa itiyor.

Artık mutlu olmamak bile kişisel bir başarısızlık gibi algılanıyor.

İyileşme Kültürü ve Bitmeyen Eksiklik

İçinde yaşadığımız çağ, her duyguyu “iyileştirilebilir bir arıza” gibi görüyor.

Üzüntü, sabırsızlık, yalnızlık — hepsi hemen giderilmesi gereken birer sorun.

Oysa Han’ın da belirttiği gibi, yaşamın anlamı bu “bozuklukların” içinde saklıdır.

İnsan kırılır, çünkü yaşıyordur. Keder duyar, çünkü önemser.
Ama biz, her duyguyu cilalayıp parlatılmış bir mutluluk hâline getirmek istiyoruz. Böylece yaşamın gerçek dokusunu kaybediyoruz.

Yaşamak Bir Sanattır, Tedavi Değil

Henry Miller:”Yaşamayı bir sanat haline getirmek, amaç budur.” der.

Aynı şekilde Byung-Chul Han’a göre de “Yaşama sanatı”, insanın varoluşunu bir sanat eseri gibi biçimlendirme becerisidir.

Bu sanatın malzemesi ise acıdır, yalnızlıktır, belirsizliktir.

Bir ressamın fırçasıyla değil; sabrımızla, duyarlılığımızla, anlamla boyarız hayatı.

Ama bugünün dünyasında sanatın yerini terapi aldı.

Yaşamak yerine, “nasıl daha iyi yaşanır” kitapları okuyarak yaşıyoruz.
Yaşamın kendisi, sonsuz bir kişisel gelişim döngüsüne dönüşüyor.

Oysa yaşam sanatı, iyileşmekten çok, var olmayı göze almakla ilgilidir.
Kırılmayı, bilmemeyi, hatta bazen eksik kalmayı kabullenmekle.

Çünkü insan ancak yaralarıyla bir hikâye anlatabilir.

Yaşamayı Hatırlamak

Psikoloji çağında unuttuğumuz şey, duygularımızı düzeltmek değil, onlarla yaşamayı öğrenmektir.

Han’ın sıklıkla hatırlattığı gibi:

Duyguların ticarileştiği, her şeyin “kişisel gelişim” adıyla paketlendiği bir çağda, basit bir şekilde yaşamak bile devrimci bir eylem olabilir.

Belki de yeniden başlamamız gereken yer, çok basit:

Bir sabah uyanıp hiçbir şeyi çözmeye çalışmadan kahvemizi yudumlamak.
Kendimizi anlamaya uğraşmadan, sadece kendimizle kalmak.

Ve fark etmek: yaşamak, bir görev değil; bir sanat biçimidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir