
Modern çağın en belirgin paradokslarından biri, bilgi bolluğu ile ahlaki suskunluğun yan yana var olmasıdır.
Her şeyi biliyoruz ama çok az şeye tepki verme cesareti gösteriyoruz.
Kötülük, artık yalnızca yapanların değil, kayıtsız kalanların da sorumluluğunda büyüyor.
Camus: Umutsuzluğun İçinde Vicdani Duruş
Camus, umutsuzlukla yaşamayı bilen bir filozoftu. Ona göre insan, dünyanın adaletsizliğini değiştiremeyebilir ama yine de karşı duruş sergileyebilir.
Bu karşı duruş, sonuç almak için değil, insan kalabilmek için ortaya konur.
“Dünyayı kurtaramam belki,” der Camus, “ama vicdanımı koruyabilirim.”
Sessizliğe karşı söz söylemek, çoğu zaman somut bir sonuç doğurmaz. Ancak bu eylem, kolektif yalanın sürekliliğini bozar ve o an için bile olsa, vicdanın teslim alınmadığının kanıtı olarak kalır.
Havel: Gerçeği Dile Getirmenin Politik Ahlakı
Václav Havel, totaliter rejim altında yaşarken, “Güçsüzlerin Gücü” adlı manifestosunda şöyle der:
“Yalan içinde yaşamak, yalanın parçası olmaktır.”
Sessizlik, yalanın sessiz ortağıdır. Bu yüzden Havel, küçük bir doğruyu dile getirmenin bile politik bir ahlaki dönüşüm olduğunu savunur. Bugün toplumun ihtiyacı büyük kahramanlar değil, “küçük doğruları ifade edebilen sıradan insanlar.”
Çünkü baskıcı yönetimler, en çok sessiz çoğunluğun rızasından güç alır.
Atatürk: Kayıtsızlığa Karşı Bilinçli Yurttaşlık
Mustafa Kemal Atatürk, bir milleti felakete sürükleyen asıl gücün dışarıdan gelen tehditler değil, içerideki toplumsal tembellik ve düşünsel miskinlik olduğunu belirtirdi. Bir milletin aldatılması, aynı zamanda aldatılmaya göz yumma eyleminin bir sonucuydu.
Cumhuriyet, işte bu edilgen kabullenişe karşı çıkan kurucu bir eylemdi. Özgürlüğü salt bir hak değil, sürekli yerine getirilmesi gereken bir yurttaşlık görevi olarak görüyordu.
Uyanık bir zihne, keskin bir vicdana ve fikrini beyan etme cesaretine sahip bir toplum olmadan, hiçbir köklü dönüşümün kalıcılığı mümkün değildir.
Bu nedenle 29 Ekim, yalnızca takvimdeki bir gün değil, kişisel ve kolektif sorumluluğun hatırlatıcısıdır.
Cumhuriyet, toplumsal ataletin sarsılması bilincidir; halkın, kendi kayıtsız şartsız egemenliğini fiilen sahiplenerek, varlığını politik bir sorumlulukla taçlandırdığı kalıcı bir sözleşmedir.
Sonuç: Duyarlılığın Yeniden İnşası
Camus’nün vicdani duruş sergileyen insanı, Havel’in dürüst bireyi ve Atatürk’ün bilinçli yurttaşı… üçü de aynı noktada buluşur: Sessizlik, insanı insan olmaktan uzaklaştırır. Birinde bu, varoluşsal bir iç daralma; diğerinde politik bir çürüme; Atatürk’te ise ulusal bir bilinç kaybıdır.
Bugün gündelik kayıtsızlık, bir kimlik krizidir. Bu yüzden duyarlılık, artık bir erdem değil, bir sorumluluk eylemidir.
Cumhuriyet, bu sorumluluk eyleminin en somut ifadesidir: Sessizlikten özgürlüğe, boyun eğmeden düşünmeye giden yol. Ve belki bugün, 29 Ekim’de, en doğru kutlama biçimi bir cümleyle özetlenebilir: Kayıtsız kalmamak.

Bir yanıt yazın