
Zaman, modern insanın hem efendisi hem de takıntısı haline geldi.
Takvimler dolup taşıyor, yapılacaklar listesi hiç eksilmiyor.
Ve hep aynı cümleler kulağımıza fısıldanıyor:
“Zamanında yapmalıydın.”
“Senin yaşında insanlar çoktan evlendi.”
“Bu saatten sonra başlamak neye yarar ki?”
Hayat, adeta görünmez bir yarış pistine dönüşmüş durumda.
Sanki herkesin elinde görünmeyen bir kronometre var ve her “geç kalışımız” sessiz bir başarısızlık ilanı gibi önümüze konuyor.
Bir Direniş Biçimi Olarak ‘Gecikmek’
Oysa gecikmek, her zaman bir başarısızlık değildir.
Bazen gecikmek, kendine ait bir zamanı seçmektir.
Ve bu, büyük bir cesaret ister.
Fransız filozof Helène L’Heuillet, Gecikmeye Övgü adlı kitabında gecikmeyi, modern dünyanın hız takıntısına karşı bir direniş biçimi olarak tanımlar.
”Her zaman yaşadığımızdan başka bir şeyi yaşarız. “Kafamız başka yerdedir,” geçmişin bulanık anılarına yakalanırız, geleceğimizi tasarlarız, başka birisi olmayı düşleriz. “Yalnızca bir hayatımız var” sloganı hızlandırılmış toplumun sloganıdır. Kayıp zaman toplumu hayatı, biricik ve ister istemez yanıltıcı olan birkaç anın peşinde koşan bir hayata indirgeyerek, kendi değerinden yoksun bırakır.” Helène L’Heuillet
Acele etmek insanı yüzeye hapsederken, gecikmek bizi derinleştirir.
Sürekli bir yerlere yetişmeye çalıştığımız bu çağda, bazen durmak, geride kalmak ya da geç başlamak; aslında kendi iç ritmimizi duyabilmenin tek yoludur.
Kendi Zamanında Açanlar
Bir ilişkiye geç başlamış olabilirsiniz.
Kariyerinize yeni yön veriyor olabilirsiniz.
Yirmilerinizde yapmanız beklenen şeyleri otuzlarınızda keşfediyor olabilirsiniz.
Bu, “geç kalmak” değildir.
Bu, sizin zamanınızdır.
Ve kendi zamanında açan çiçekler, hiçbir zaman erken solmaz.
“Zamanında” Ne Demek Zaten?
Toplumun çizdiği zaman çizelgeleriyle mi yaşamalıyız?
Kimin zamanına göre “geç” sayılırız?
L’Heuillet’in sorduğu gibi: “Zamanı kim belirliyor?”
Bir çocuğun konuşmayı geç öğrenmesi bazen onun derinlikli düşünen bir birey olacağının göstergesidir. Bir ağacın geç çiçek açması, onun meyvesinin daha kalıcı ve lezzetli olmasını sağlar.
Belki siz de o geç açan ama kökleri daha derine inen ağaçlardansınız.
Geç Kalmak Değil, Vakti Geldiğinde Başlamak
Gelin, gecikmeyi bir suç değil; bir olgunluk belirtisi olarak görelim.
Her şey “zamanında” olmayabilir.
Ama belki de her şey tam da olması gereken anda gerçekleşiyordur.
Geç kalmak, aslında başlamak için hâlâ bir zamanımız olduğunu gösterir.
Bitmiş değiliz.
Hâlâ buradayız.
Bir yazar ilk kitabını 50 yaşında yayımlayabilir.
Biri anne olmayı 40’ında isteyebilir.
Bir insan, kendini 60’ında tanıyabilir.
Kapanış: Kendi Ritmini Bulanlara
Eğer bu satırları okuyorsanız ve geç kaldığınızı düşünüyorsanız, size bir şey söylemek istiyorum:
Geç kalmadınız.
Sadece size ait olmayan bir ritme ayak uydurmayı bıraktınız.
Ve işte o anda, kendi zamansallığınız başladı.
Bu, sizin iç saatinizin ilk defa duyulduğu an.
Dış dünyanın gürültüsünün sustuğu, sizin varlığınızın konuştuğu yer.
Heidegger’in deyimiyle artık sadece “orada olan” değil, orada var olansınız.
Koşmak yerine düşünmeyi, yarışmak yerine anlamayı seçtiniz.
Ve yürüdüğünüz bu yolun değeri, sizi nereye götürdüğünde değil;
yolda kim olduğunuzda saklı.
Bir yanıt yazın