
Son yıllarda dünya genelinde artan bir gerginlik hissediyoruz. Sanki insanlar artık sadece farklı düşünmüyor; aynı zamanda birbirlerinden nefret ediyor.
İnsanlar gittikçe daha keskin kutuplara ayrılıyor.
Peki ne oldu bize?
Beynimiz Bu Kadarına Hazır Değil
İnsan beyni gerçeği anlamak için değil, toplumsal hayatta hayatta kalmak için evrimleşti. Atalarımız için hayatta kalmanın en temel yolu birlikte olmaktı.
Hayatta kalmak, diğer insanlarla iş birliği yapabilmelerine bağlıydı. Bu yüzden dışlanmak ya da yalnız kalmak bu kadar acı vericiydi—çünkü o zamanlar bu gerçekten ölüm anlamına gelebilirdi.
Birlikte kalan kabileler hayatta kaldı; ayrışanlar yok oldu.
Binlerce yıl boyunca topluluklar şöyle işliyordu: Bir komşundan hoşlanmasan bile, aynı futbol takımını tutuyor, aynı ibadethaneye gidiyor ya da aynı festivallere katılıyordun. Aranızda fikir ayrılıkları olsa da sizi bir arada tutan başka bağlar vardı. “Öteki köydekiler” hâlâ asıl “tuhaf” olanlardı. Aynı fiziksel çevrede olmak, görüşleriniz farklı bile olsa aranızda bir yakınlık oluşturuyordu. Zaten aynı yerel kültür içinde büyümüş olduğunuz için fikirleriniz çok da farklı değildi.
Beynimiz de bu şekilde çalışmak üzere gelişti. Yakın çevremizde kim varsa, onun bize benzer olduğunu varsayarız. Benzer olanı severiz. Bu benzerlik duygusu, farklılıklarımıza rağmen birlikte yaşamamızı sağladı.
Sosyal Ayıklama: Dijital Çağın Kabileciliği
Ama yaklaşık 20 yıl önce çok radikal bir şey oldu: Sosyal medya çağının başlaması. Bu, beynimize bir yük treni gibi çarptı.
Bir anda kendimizi dijital bir “kabile meydanı”nda bulduk. Milyonlarca insanın görüşüne, tarzına, inancına, mizahına, şikâyetine aynı anda maruz kalıyoruz. Ve beynimiz bunu işleyemiyor.
Beyin istemeden insanları “takımlara” ayırıyor. Bu yalnızca kabilecilik değil — bu daha ileri bir durum. Bilim insanları buna sosyal ayıklama (social sorting) diyor.
Fikir Ayrılıkları Neden Daha Sert?
Çevrimiçi ortamda bir görüşle karşılaştığınızda, artık onu dile getiren kişinin aynı yerel bağlara sahip biri olduğunu düşünmüyorsunuz. Yani, bu kişi sizin takımınızın taraftarı değil, sizinle aynı festivallere gitmiyor, çocuğu sizin okulda okumuyor. Bu yüzden beyin o görüşü “sadece farklı” olarak değil, “karşıt takımın kimliği” olarak etiketliyor.
Bu da zamanla o kişinin söylediklerini dinleme olasılığınızı azaltıyor.
Üstelik bir kişi sizinle aynı görüşteyse, beyin onu neredeyse abartılı bir şekilde ödüllendiriyor. “Sen iyi bir insansan ve o da seninle aynı şeyi düşünüyorsa, o da iyi biridir.” Yani, görüşünüzü paylaşan biri hakkında kötü bir şey duyarsanız, beyniniz bunu sorgulamadan reddetme eğiliminde olur.
Sosyal medya algoritmaları ise bu etkileri daha da büyütüyor. Çünkü sistem sizi mümkün olduğunca uzun süre çevrimiçi tutmak istiyor. Ve ne yazık ki en fazla etkileşim sağlayan duygu: Öfke.
O yüzden sizi sürekli öfkeli tutmak zorunda.
Ne kadar öfkelenirseniz, o kadar çok paylaşır, yorum yapar, bağlantıda kalırsınız. Ve bu durum, en uç ve tartışmalı görüşlerin algoritmalar tarafından ön plana çıkarılmasına neden oluyor.
Sonuç olarak, beyniniz karşı taraftaki en kötü görüşleri alıyor ve o görüşleri tüm karşı takıma mal ediyor.
Peki Bir Çözüm Var mı?
Bu kadar karamsar bir tablo çizildikten sonra insan ister istemez soruyor: Peki bu işin içinden nasıl çıkacağız? Sosyal medya zihinsel sağlığımızı bu kadar sarsıyorsa, yapabileceğimiz bir şey var mı?
İlk adım farkında olmak. Sosyal medyanın beynimize ne yaptığını bilmek çok önemli.
Dünyayı değiştirmek zordur ama kendimizi değiştirmek mümkündür. İnandığın şeyleri neden inandığını sorgulamak, bir bilgiyi değerlendirirken bunu söyleyen kişiye olan duygularının etkisini fark etmek iyi bir başlangıçtır.
Dijital Çağa Evrimsel Uyum
İnternet, tıpkı şehirleşme gibi, insanlığın sosyal yapısını baştan aşağı değiştirdi. Küçük kabilelerden kent devletlerine geçerken nasıl adapte olduysak, şimdi de milyarlarca insanla aynı dijital alanda yaşamaya adapte olmak zorundayız.
Ama evrim yavaş işler. Bu yüzden beynimizin kaldırabileceği yapılar inşa etmeliyiz.
“Eski İnternet” Modeli
Bir zamanlar internet çok farklıydı. Sosyal medya öncesi dönemi hatırlayanlar bilir: Forumlar, bloglar, tartışma panoları… Bu yapı çok daha parçalı, çok daha insaniydi.
İki önemli fark vardı:
- Algoritma yoktu. Kimse sizi bağımlı hale getirmeye çalışmıyordu. Bir noktada “bugünlük yeter” deyip bilgisayarı kapatabiliyordunuz.
- Topluluklar parçalıydı. Binlerce farklı ilgi alanına ve değere sahip küçük dijital “köyler” vardı. Her biri kendi kurallarına, mizah anlayışına, sınırlarına sahipti.
Bir forumda çok sert espri yapılırken, diğerinde kural dışı en ufak bir şeyde yasak yiyebilirdiniz. Bu parçalanmış yapı, beynimizin işleyişine daha uygundu. Bir köyden hoşlanmazsan diğerine taşınabilirdiniz.
Belki çözüm çok karmaşık değil.
Belki de yeniden küçük topluluklara dönmeliyiz.
Yorulmuş zihnimizin nefes alabileceği, insanların sadece fikirleriyle değil, varlıklarıyla kabul gördüğü küçük topluluklara…
Şunu unutmayalım:
Birbirimizi anlamak zorunda değiliz ama birlikte var olmanın yollarını bulmak zorundayız. Çünkü hepimiz, kimliklerimiz ne olursa olsun, aynı ıslak kayanın üstünde uzayda savruluyoruz. Ve dışarıda kimse yok. Sadece biz varız.
Bir yanıt yazın