
Tufan öncesinde, Tanrı’nın buyruğuyla bir gemi inşa etmeye başlayan Nuh’un hikâyesini bilirsiniz.
Yaşadığı dönemde yozlaşma ve ahlaki çöküş toplumun her yanına sirayet etmişti.
İnsanlar, böylesi büyük bir felaketin gerçekten yaşanabileceğine inanmak istemediler; bu yüzden Nuh’un uğraşını anlamsız ve gülünç buldular.
Ancak o, alaylara aldırmadan kendi iç sesine ve Tanrı’nın talimatlarına sadık kalarak yoluna devam etti. Ve tufan geldiğinde, o hazırdı. Diğerleri ise, daha önce küçümsedikleri o gerçeğin içinde kaybolup gittiler.
Bu hikâye, “insanları görmezden gelmek” kavramına farklı bir bakış sunar. Genellikle kaba, bencil ya da ilgisiz bir davranış gibi görülür bu tavır. Ama gerçekten öyle mi? Herkes bizim dikkatimizi hak eder mi? Her mesaj, her yorum, her istek bizim yanıt vermemiz gereken bir şey mi?
Zaman zaman insanları görmezden gelmek, ruh sağlığımız için yapabileceğimiz en iyi şey olabilir.
Üstelik yalnızca faydalı değil, hayatta kalmak ve üretken kalmak için zorunlu da olabilir.
Hadi bu konuyu daha detaylı bir şekilde ele alalım.
Bazen başkalarını yok saymak:
1. Düşünsel Özerklik İçin Gereklidir
Dijital çağdayız, her yerden, sürekli bir fikir geliyor önümüze.
Çoğu zaman isimsiz, sorumsuz ve kalabalık bir sesle gelen bu fikirler, zihnimizi meşgul ediyor. Dış seslerin çokluğu, iç sesimizi bastırıyor.
Amerikalı düşünür Ralph Waldo Emerson, “Kendine Güven” adlı denemesinde şunu vurgular: Gerçek bilgelik ve tatmin, bireyin kendi içsel sesiyle temas kurmasından doğar. Ona göre, dış dünyanın beklentileri değil, kendi vicdanımız yol gösterici olmalıdır. Şöyle der:
“Ne yapmam gerekiyorsa, beni sadece o ilgilendirir; başkalarının ne düşündüğü değil. Bu kural, hem entelektüel hem de gerçek yaşamda, yücelikle bayağılık arasındaki farkı belirler.”
Kısacası, başkalarını dinledikçe kendimiz olmaktan uzaklaşırız. Özellikle hayatımıza ne şekilde yön vermemiz gerektiğini söyleyenleri yok saymak, gerçek sesimizi yeniden duymamızı sağlar.
2. Zihinsel Sessizliği Geri Kazandırır
Akıllı telefonlar bedenimizin bir uzantısı haline geldi. Bildirimler, mesajlar, videolar, postlar… Sürekli bir uyarı bombardımanı altındayız.
Sosyal medya kullanımının depresyon, anksiyete, uyku bozuklukları ve düşük mutluluk algısı gibi pek çok psikolojik soruna yol açtığını artık bilmeyenimiz yok.
Bunun nedeni açık: Bu kadar fazla uyaran insan zihni için doğal değil. Sosyal medya, kitlesel ama yüzeysel bir etkileşim biçimi. Ve her etkileşim, içsel huzurumuzdan biraz daha çalıyor.
Telefonumuzu kapatmak, sosyal medya uygulamalarını silmek ya da en azından belli sürelerle uzaklaşmak, binlerce sesin arasından sıyrılıp yeniden sessizliği bulmamıza olanak tanır.
Tıpkı bir Taoist gibi, bir nehrin kenarında sakince oturabiliriz.
3. Eleştiriden Korur, İç Dengenizi Bozmaz
Görünür olmak, eleştiriye ve kötü niyete açık hale gelmek demek.
Mesela içerik üreten herkes bilir: Birileri mutlaka seni aşağı çekmeye çalışır. Bu, işin doğasında vardır.
Ancak şunu unutmamak gerek: Her kötü yorum, her alay, dikkate değer değildir. Çoğu zaman, cevap vermek yalnızca enerji kaybıdır. Ve bu insanların amacı zaten tartışmak değil; huzur bozmaktır.
Stoacı filozof Epiktetos’un önerdiği gibi, antik bir Roma hamamına girdiğimizi düşünelim.
Bu ortamda su sıçratanlar, bağıranlar, kaba davrananlar olacaktır. Böyle bir yere girerken bunları bilerek ve serinkanlı kalmak niyetiyle girersek, onları sorun etmeden geçip gideriz. Aynı mantık, internet için de geçerlidir. Kendimizi hazırlarsak, toksik sesler sadece yaz günü başımıza konan sinekler gibi olur.
4. Dikkati Geri Kazandırır
Dikkat, çağımızın en değerli kaynaklarından biri. Çünkü dikkat, paradır. Şirketler bizim dikkatimizi ister; sosyal medya fenomenleri popülerlik için ister; patronlarımız ise kazançları için ister.
Ama biz bu dikkati nereye harcıyoruz? Genellikle saçma dizilere, yüzeysel sohbetlere ya da Instagram’da sevmediğimiz insanların hayatlarına bakarken tüketiyoruz. Ve sonra, neden mutsuz olduğumuzu sorguluyoruz.
Gerçek tutkular, yaratıcı üretim, derin öğrenme ya da kişisel gelişim… Bunlar dikkat ister. Ve bu dikkati toplayabilmek için, zaman zaman insanlardan uzaklaşmamız gerekir. J.K. Rowling kafelerde yalnız başına yazdı. Nikola Tesla icatlarını toplumdan izole şekilde gerçekleştirdi. Nuh, gemisini inşa ederken kimseyi dinlemedi.
5. Derin Bağlar İçin Alan Açmak Gerekir
Sosyal medyada binlerce takipçisi olup tek bir yakın dostu olmayan insanlar tanıyoruz. Aynı şey gerçek hayatta da geçerli: Kalabalık çevreler, ama derinlikten yoksun ilişkiler…
Bu durum, dikkatimizin dağılmasından kaynaklanıyor. Yatırımda çeşitlilik işe yarayabilir ama insan ilişkilerinde bu her zaman geçerli değil. Çünkü derin ilişkiler zaman, sabır ve özen ister.
Arthur Schopenhauer, insanları kirpilerle kıyaslar: Yaklaştıkça hem ısınır hem de acı veririz. Bu nedenle bazı mesafeler koruyucu olabilir. Ama yakınlık da bir ihtiyaçtır. Özellikle güven, hoşgörü, karşılıklı büyüme gibi değerlere dayalı ilişkiler kurmak istiyorsak, herkese açık olamayız.
Yani bazen, çoğu kişiyi görmezden gelerek birkaç kişiye gerçekten yakın olabiliriz.
Sonuç: Herkes Dikkatimizi Hak Etmiyor
İnsanları görmezden gelmek kaba olmak değildir.
Bu bir hak. Dikkatimizi neye vereceğimiz konusunda seçici olmalıyız. Çünkü dikkatimiz, yaşam kalitemizi doğrudan etkiler. Hayallerimiz, projelerimiz, sevdiklerimiz, içsel dengemiz… Bunların hepsi, neye kulak verip neyi sessize aldığımıza bağlı.
Bu yüzden bazen telefonlarımızı kapatalım, mesajlara dönmeyelim, sosyal medyanın albenisine direnelim ve kendimize şunu hatırlatalım:
“Herkese cevap vermek zorunda değiliz. Sessizlik, bir tercih olabilir.”

Bir yanıt yazın