
Hayatın sorunlu, acı verici ve kusurlu olduğuna inanmak; ilk bakışta karamsar görünse de, içinde şaşırtıcı bir bilgelik ve hatta güzellik taşır.
Ancak biz bu bilgeliği, modern dünyanın durmadan empoze ettiği iyimserlik ve ”daha iyi bir sen” furyasında kaybettik.
İyileşmenin, karanlığa dürüstçe bakmayı ve onu tanımaya başlamayı da içerdiğini unuttuk.
Krizler İstisna Değil, Normdur
Bugün yaşadığımız belirsizlikler, krizler ya da yıkımlar olağandışı değil.
Asıl olağandışı olan, her şeyin “yolunda gideceği” inancı.
İnsanlık tarihi boyunca felaketler istisna değil, norm oldu.
İklimler değişti, savaşlar çıktı, düzenler yıkıldı. Biz hep belirsizliğin içinde yaşadık.
Seneca’nın Sabah Ritüeli ve Acılarla Yaşama Sanatı
Roma’nın en kaotik dönemlerinde yaşamış Stoacı filozof Seneca, sabah yataktan kalkmadan önce yapılması gereken bir egzersiz önerir:
Gün boyunca başınıza gelebilecek her felaketi zihninizde önceden canlandırmak. Latince adıyla: ‘premeditatio malorum’
Bu, kötü şeyler olsun diye değil, olduklarında yıkılmayalım diye yapılır.
Şöyle der Seneca:
”Bilge kişi, her sabah uyanır uyanmaz, şunu hatırlamalıdır: Talih bize hiçbir şeyi kalıcı olarak vermez. Ne özel ne de kamusal hiçbir şey sabit değildir.”
Hayatın temelinin istikrarsızlık olduğunu söyler
Bu gerçeği içselleştirirsek, kötü olaylara “başımıza gelmemesi gereken şeylermiş” gibi şaşırmayız. Onlar zaten hayatın doğal parçasıdır.
Ve bizi sarsan bu karanlık düşüncelerin aslında bir tür iç huzur getirebileceğini de söyler.
Seneca ayrıca şunları dile getirir:
“Hayatın bazı kısımları için ağlamaya ne gerek var? Bütün hayat zaten gözyaşı sebebi.”
Kötümserlikten Gerçekçiliğe: Öfkenin Kaynağı
Seneca’nın en çarpıcı tespitlerinden biri de şu: “Öfke, genellikle iyimserlikten doğar.”
Yağmur yağdığı için kimse sinirlenmez. Çünkü yağmur beklenendir.
Ama anahtar kaybolduğunda öfkeleniriz. Çünkü “kaybolmaması gerekirdi.”
İşte öfkenin arkasında bu beklenti yatar: “Her şey düzgün gitmeli.”
Stoacı düşünce bize şunu söyler: Eğer beklentilerini düşürürsen, dünyanın seni hayal kırıklığına uğratma ihtimali de azalır.
Bu, duygusuzluk değil; gerçeklikle barışmaktır.
Paylaşılan Hüznün Güzelliği
Bir Leonard Cohen şarkısı, bir Edward Hopper tablosu, bir Schopenhauer kitabı şunu fısıldar: “Senin hissettiğini ben de hissettim.”
Ve bu paylaşılan hüzün, bizi iyileştirir.
Ancak bugün iyileşme araçları olarak bize sunulan hemen her şey toksik bir iyimserlik pompalıyor:
Kişisel gelişim seminerleri, koçluk videoları, başarı hikâyeleri…
Hepsi aynı şeyi söylüyor: “Daha iyi ol. Daha çok üret. Daha fazlasını iste.”
Ama ya biraz eksik kalmakta da bir erdem varsa?
Nietzsche: Acı, Derinlik Kazandırır
Nietzsche şöyle der:
“Umursadığım insanların acı çekmesini isterim. Çünkü ancak acıyı tanıyan insan, derinlik kazanır.”
“Eğer acıyı hemen savuşturuyorsan, kötü hislerden kaçıyorsan, konfor dinine tapıyorsun demektir.”
Acıdan kaçmak, sadece konfor arayışı değil, aynı zamanda anlamdan da kaçmaktır.
Biz bir şey üretirken onun hemen iyi olmasını isteriz. Ama belki de iyi bir şey yaratmak, önce kötülüğe tahammül etmeyi öğrenmektir.
Yani karanlıkta oturabilmek.
Bekleyebilmek.
Dayanabilmek.
Gerçek huzur, acının yokluğunda değil; onunla kurulan barışta gizlidir.
Ölümü Hatırlamak: En Radikal Farkındalık
Orta Çağ’da insanlar, ölümü hatırlamak için çalışma masalarına bir kafatası koyarmış.
Bu garip gibi görünen gelenek, aslında şu soruyu sordururmuş:
“Bugün gerçekten değerli olan ne?”
Ölümü düşünmek, hayatın boş olduğunu değil; önemli olanı fark etmemizi sağlar.
Zamanın sınırlı oluşu, yaşamı daha kıymetli kılar.
Sevdiğimizle geçirilen bir akşam, dostlarla edilen bir sohbet, doğada geçirilen sade bir gün…
Ve bazen bu farkındalık için doğaya gitmek, terk edilmiş bir yapıya bakmak, yalnızca küçülmeyi deneyimlemek yeterlidir.
Ama bu, kötü anlamda bir küçülme değil. Egoyu törpüleyen, insana iyi gelen bir alçalış.
Kapanış: Karanlığı Sahiplenmek
Hayatta en derin dostluklar, acının etrafında kurulur. Gerçek yakınlık, birbirimize “Ben de zorlandım,” diyebildiğimizde başlar.
Çünkü o cümle, bizi insan yapan her şeyi açığa çıkarır.
Bugün birlikte biraz üzülmemizde bir sakınca yok.
Bazen en anlamlı günler, iyi geçmeyenlerdir.
Ve bazen, karanlıkta oturmak, güneşi beklemekten daha gerçekçidir.
Bir yanıt yazın