Kapatmak için ESC tuşuna basın

Korkularımızın Üstesinden Nasıl Gelebiliriz?

Kariyerimizi değiştirmekten korkuyoruz.

Fikirlerimizi yüksek sesle dile getirmekten korkuyoruz.

Başarısız olmaktan korkuyoruz.

Hata yapmaktan korkuyoruz.

O yatırımı yapmaktan korkuyoruz.

O yan iși başlatmaktan korkuyoruz.

İlk adımı atmaktan korkuyoruz.

Gerçekte kim olduğumuzu göstermekten korkuyoruz… Liste uzar gider.

Ve bir bakmışız, hareket edemez, sıkışmış ve teslim olmuş bir halde hayatı izliyoruz. Bir şeylere cüret edenlere bakıp iç geçiriyoruz.

“İnsanın ilk görevi korkuya boyun eğdirmektir. Korkudan kurtulmadan hiçbir şey yapamayız. Ayağının altında korku olduğu sürece insanın eylemleri adidir, gerçek değil sahtedir, düşünceleri hatalıdır, bir köle ve bir ödlek gibi düşünür.” – Thomas Carlyle

Korku amigdala, yani ilkel beyin tarafından tehlikeli anlarda ortaya çıkarılan bir duygudur. Amacı ise çok basittir: Bizi hayatta tutmak…

Dozunda yaşandığında sağlıklı ve yararlı bir duygudur. Ancak korku aşırı uyarılmaya sebebiyet verdiğinde sağlıksızlaşır, hayatımızı zorlaştırmaya ve bizi hareket edemeyecek hale getirmeye başlar.

Daniel Goleman, ”Sosyal Zeka” kitabında korkunun beynimize ve bedenimize neler yaptığını şöyle anlatıyor;

‘’Korku, zihni örseleyerek öğrenmeyi aksatır. Stres altındayken, zihin güçlü bir şekilde harekete geçerek bedeni kriz durumuna hazırlar. Amigdala beynin icra merkezi olan prefrontal kortekse kumanda eder. Kontrolün bu şekilde alt yola geçmesi, amigdala bizi kurtarmak için içgüdüsel tepkileri kullanırken, otomatik alışkanlıkları öne çıkarır. Düşünen beyin bu süre içinde kenarda kalır. Beynimiz karar alma işlevini alt yola devrettiğinde, iyi düşünme yeteneğimizi kaybederiz. Baskı ne kadar yoğunsa, performansımız ve düşüncelerimiz o kadar zarar görür. Üstünlüğü ele geçiren amigdala; öğrenme, işleyen bellekte bilgi tutma, esnek ve yaratıcı biçimde tepki verme, dikkati istenen şekilde yoğunlaştırma, etkili bir planlama ve örgütleme yeteneklerimizi kısıtlar. Sinir bilimcilerin ‘’bilişsel işlevsizlik (ilgisizliğin ve karamsarlığın öne çıktığı keyifsizlik hali) dediği duruma düşeriz.’’

Peki böyle bir duyguyla baş etmek için ne yapabiliriz?

Hadi bu sorunun cevabını bir hikaye üzerinden verelim. ”Köyün Korkağı” hikayesi üzerinden…

Bir zamanlar bir ülkenin en büyük şehrinin yakınında çok özel bir köy vardır.

Bu köyü bu kadar özel kılan şey ise oradaki her köylünün yeni teknolojileri hemen benimsemesi ve böylece köyün yakınındaki o büyük şehirden bile daha gelişmiş olmasıdır.

Var olan her şeyin otomatikleştirilmiş, robotize edilmiş, optimize edilmiş olduğu bir köyden bahsediyoruz.

Bu arada köydeki insanların ortak bir yanı vardır; teknolojiye olan ilgileri ve her zaman yeni şeyleri uygulama cesareti.

Haliyle bu köydeki insanlar, mutlu, birbirlerini tanıyan, anlayan ve birbirlerine her konuda yardımcı olan insanlardır.

Ancak tüm köyde tek bir aykırı insan vardır; herkesin “köyün korkağı” dediği bir adam.

Bu adama kim ne kadar yardım etmeye çalışsa da her zaman her şeyden ve iyi tanımadığı herkesten korkar.

Köylüler, genç adama farklı terapi ve tekniklerle yardım etmeyi bile denerler, ancak her seferinde başarısız olurlar.

Sonra bir gün genç adamın canına tak eder ve köyün meşhur gurusunun yanına giderek şöyle der:

“Korkaklığım yaşamımı çok zorlaştırıyor, artık onu yenmek istiyorum ve benden istediğiniz her şeyi yapmaya hazırım.”

Guru ise genç adama bakar ve “Sana korkaklığın nasıl üstesinden gelineceğini öğretmeye hazırım ama bir şartla” der.

Genç adamın, ondan isteyeceği şeyi yapacağına söz vermesi üzerine guru devam eder:

“Önce gidip büyük şehirde bir ay yaşamalısın. Oradayken tanıştığın herkese bir korkak olduğunu söylemelisin. Kahve içmeye, yürüyüşe ya da sinemaya gittiğinde, tanıştığın herkesin gözlerinin içine bakmalı ve yüksek sesle ama dostça korkak olduğunu söylemelisin. Bunu bir ay boyunca yaptıktan sonra daha fazla talimat için geri dönebilirsin.”

Genç adam köyün bilgesinin yanından ayrıldıktan sonra görevi üzerine günlerce düşünür.

Doğal olarak korkmuş ve bunalmış hisseder. Yine de en sonunda söyleneni yapmaya karar verir ve şehre gider.

Şehirdeki ilk birkaç gün genç adam kimseyle konuşamaz, hatta “Merhaba” bile diyemez insanlara.

Ne zaman birisiyle konuşmaya çalışsa, o kişinin gözlerine bakar bakmaz sesini kaybeder.

Yaklaşık bir hafta sonra pes etmenin kıyısına gelir ama hayatına korkak biri olarak devam etme düşüncesini daha fazla kabul edemez.

Sonunda bir gün cesaretini toplar ve yoldan geçen rastgele bir kişiye korkak olduğunu söyler.

Ertesi gün daha fazla insana korkak olduğunu söylemeyi başarır. Devam eder ve her geçen gün sesi daha yüksek çıkar ve insanlarla daha fazla göz teması kurmaya başlar.

Önceden insanlarla konuşurken titreyen adam artık çok rahat bir şekilde iletişim kuruyordur.

Artık genç adam yabancılarla konuşmaktan ve korkak olduğunu kabul etmekten hiçbir şekilde çekinmiyordur. Durumunu başkalarına anlatmak gibi bir derdi kalmamasına rağmen, guruya söz verdiği gibi bunu yapmaya devam eder.

Sonunda bir ay geçer ve genç adam köye döner dönmez yaşlı gurunun yanına varır.

Ona artık hiçbir şeyden korkmadığını söyler. Cesaret eksikliğini tanıştığı herkese itiraf ettiğini, aynı zamanda birçok yeni arkadaş edindiğini açıklar.

Genç adam korkaklığın üstesinden geldiği için gurur duyuyordur, ancak gurunun bu görevin ona yardım edeceğini nasıl bildiğini de merak ediyordur.

Yaşlı adam aynen şöyle yanıtlar:

“Korkaklık bir alışkanlık gibidir. Eğer üstesinden gelmek istiyorsan, seni korkutan her ne varsa üzerine giderek pratik yapmalısın. Sen geri dönene kadar her gün bunu yaptın, sonuç olarak cesaret sende bir alışkanlık haline geldi ve böylece korkaklığını yendin. Artık bu sırrı öğrendiğine göre bunu her yerde uygulayabilirsin. Tek yapman gereken bir alışkanlığı başka bir alışkanlıkla değiştirmek. Adım adım ilerlemek.”

Sonuç Olarak;

Zaman zaman korku hissetmemiz çok normal, insan olmanın bir gerekliliği. Ancak bu korkuya teslim olup, bizi ele geçirmesine izin vermek yerine hayatımız hakkında söz hakkımız olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

Kendinize veya başkalarına ne kadar cesur olduğunuzu kanıtlamak için öyle büyük atılımlar yapmanıza gerek yok!

Hikayedeki köyün korkağı gibi davranmalı, bu duygunun üstesinden gelmek için o ilk küçük adımları atmaya başlamanız yeterli.

Her adımda kendinize güveniniz üssel bir şekilde artacak, her adımda daha da büyüyeceksiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir